5 Ocak 2008 Cumartesi

Az Gelişmiş Ülkelerde Kamu Yönetiminde Yolsuzluk ve Rüşvet

Yolsuzluğu genel olarak, bir çıkar karşılığı kamu yetkilerinin yasadışı kullanımı olarak tanımlayan yazar, çalışmasını üç ana bölümde sunmuştur.
Birinci bölümde yolsuzluğa teorik açıdan yaklaşmış, ikinci bölümde azgelişmiş ülkeler üzerine yoğunlaşmış, son bölümde ise yolsuzluğun etkileri ve alınabilecek tedbirlere yer vermiştir.
Yazar henüz çalışmasının başında, yolsuzluğun araştırılmasında karşılaşılabilecek güçlüklerden bahsetmiş ve yazılabileceklerin ancak açığa çıkmış yolsuzluklar olabileceğini itiraf etmiş, böylece daha baştan yapılacak çalışmaların yetersiz, sınırlı ve yüzeysel olacağını kabul etmiştir.
Yazara göre bir olayın yolsuzluk olarak tanımlanabilmesi için 3 temel ögeyi taşıması gerekmektedir. Bunlar ;
Yetki öğesi
Yetkinin yasadışı kullanımı ve
Çıkar öğesi‘ dir.
Bu bölümde dikkati çeken husus sağlanan çıkarın, yalnız maddi şeylerle sınırlanmasının doğru olmayacağı, manevi tatminin de bir çeşit çıkar olduğunun vurgulanmasıdır.
Binlerce şekilde tezahür edebilen yolsuzluk yazar tarafından ikiye ayrılmıştır. Yasaların yapımı sırasında ortaya çıkan “siyasal yolsuzluk” ve yasaların uygulanması esnasında ortaya çıkan “yönetsel yolsuzluk”.
Yönetsel yolsuzlukta “maddi çıkar içerikli yolsuzluk” ve “dayanışma içerikli yolsuzluk” söz konusudur. Maddi çıkar içerikli yolsuzlukta çıkar, rüşvet, haraç ve zimmet olabilir.
Dayanışma içerikli yolsuzluk ise, yakınları kayırma ve sözügeçen kişileri kayırma şeklinde olabilir.
Daha sonra yolsuzluğun en yaygın şekli olan rüşvet konusuna ağırlık veren araştırmacı, şu sonuçlara ulaşmıştır.:
- Kamu hizmetleri arzı, talebi karşılayamaz ise, bu kısıtlı hizmetlerden yararlanmak için yasal olmayan ödemelerin yapılması kaçınılmazdır.
- Kamu kuruluşunun satın alacağı malın niteliklerinin açıkça belli olması rüşveti azaltır.
- Yetkinin merkezi ya da yerel olması rüşvet ortamını etkiler.
Yazar kuramsal incelemesini bu şekilde sonuçlandırmış ve biraz daha özele inerek sözü az gelişmiş ülkelerde yolsuzluk konusuna getirmiştir. Yazarın bu konudaki tespitleri şu şekildedir:
Azgelişmiş ülkelerde bürokrasinin siyasal ve yönetsel açıdan önemli bir ağırlığı vardır. Bürokrasi dışı güçler zayıftır, bürokrasi üzerinde denetim etkisizliği vardır, toplumsal yapı akrabalık ve arkadaşlık ilişkileri, bu ülkelerde yolsuzluk için uygun ortam yaratırlar.
Yazar kitabın son bölümünde, bazı araştırmacıların yolsuzluğun olumlu etkilerinden sözettiğini belirtmiştir. Bu iddialar şöyle özetlenebilir :
1. Rüşvet ile bazı gruplar tatmin olmakta, böylece şiddet önlenmektedir.
2. Siyaset yapımı esnasındaki yolsuzluklarda bazı gruplar dolaylı olarak yönetime katılmakta, böylece mevcut düzene karşı gelmemektedirler.
3. Rüşvet aşırı kuralcılığı, bürokrasinin yavaşlatıcı etkisini yener, bürokrasiyi canlandırır.
4. Yatırımcılar belirsizliği sevmez, yolsuzluk ile bürokratik çevrenin davranışları yönlendirilebilir.
Ancak yazar savları tutarlı bulmamakta ve her birini örneklerle çürütmekte ve Sonuç itibariyle ”yasaların ve kuralların etkisini yitirdiği toplumlar çürümeye mahkumdur” demektedir.
Yasal yaptırımların ağırlaştırılması yolsuzluğu azaltabilecektir ama suçun açığa çıkarılması olasılığını arttırmak için alınacak önlemlerle daha caydırıcı olabilir.
- Bürokrasinin etki alanının daraltılması ve hizmette rekabetin getirilmesi önem kazanmaktadır.
- Kamu işlemlerinin basitleştirilmesi ve hızlandırılması, standartlar konması yolsuzluk olasılığını azaltır.
- Yolsuzluğa karşı kamuoyu oluşturulmalıdır.
- Rüşvete karşı geliştirilen denetim mekanizmaları basın, kamuoyu, siyasi partiler, yasama-yürütme ve yargı kurumlarının denetimleridir. Bürokrasinin kendi içinde de denetim mekanizması vardır. Ancak asıl olarak bürokrasidışı denetimlerin etkinliği rüşvet olasılığını azaltmaktadır.

Ay Vadisi

Jack London Ay vadisi adlı romanında Oakland grevlerini anlatır. Grevciler ile grev kırıcılarının sokakları kana bulayan savaşı psikolojik bir açıdan derinlemesine anlatır. Daha iyi bir hayat için verilen bu mücadelede bir kesimin mutluluğu ataları gibi kır hayatında aramalarını ele alır.
Romanımız Mary ve Saxonne adlı iki kızın, çamaşırhanede ütü işinde çalışırken başlar. Mary ve Saxonne Oakland’da ikamet etmektedir. Saxonne bir göçmen kızıdır. Annesi babası vefat etmiş, yoksulluktan dolayı evlatlığa verilmiş. Daha sonra kimsesizler yurdunda 16 yaşına kadar kalmış. Müteakiben abisinin maddi durumu çok kötüdür. Saxonne ise ütücülükten aldığı parayı kendine harcamaktadır.
Bir gün Mary ve Saxonne duvarcıların düzenlendiği bir eğlenceye katılırlar. Amaçları burada öğle yemeğini bedavaya getirmek ve bol bol dans etmek için iki erkek arkadaş edinmektir. Eğlenceye Bert ve arkadaşı Billy Roberts de katılacaktır. Billy Roberts amatör bir boksördür, geçimini arabacılık yaparak sağlamaktadır. Atları çok sever ve zamanın en iyi at arabalarını sürmektedir. Çalıştığı iş yerinde patronun gözdesidir ve en iyi parayı o kazanır. Bütün kızlar Billy Robertle arkadaşlık kurup yaklaşmak istemektedir. Dans partisine Bert ile gelen Billy Mary’nin de aracılığı ile Saxonne’yle tanışmıştır Saxonne ile dans etmiş ve kızı çok beğenmiş, Saxone de Billy i beğenmiştir.
Saxonne ve Billy Roberts birbirilerinden hoşlanmalarına müteakip arkadaşlıklarını ilerletmişler ve evlenmeye karar vermişlerdir. Evlilik hazırlıklarına başlamışlar ve önce dört odalı ev tutmuşlar. Bu evin malzemelerini borçlanarak tamamlamışlardır. Ev ve malzeme alımında her şeyin kalitelisini almaya karar verdiler. Zira Billy kendisine güvenmektedir ve evin kapısından kaliteli olmayan hiçbir şey girmeyecek ve Billy bunların parasını ödeyebilecek gücü kendisinde hissetmektedir. Saxonne’de çalışmayacaktır. Evlerini kurmuş ve mutlu bir hayat yaşamaktadırlar. Saxonne Billy’i çok sevmektedir. Billy soğuk kanlı, kendini çok iyi kontrol edebilen saygılı ve yakışıklı birisidir. Ayrıca Billy diğer arkadaşları gibi çok içki içmemektedir. Billy’de Saxonne’yi çok sevmektedir. Saxonne ağır başlı ve akıllı birisidir. Etrafdaki herkesle iyi diyalog kurabilen etrafa kendisini sevdiren güzel bir kızdır. Ev işlerinide iyi bilen birisidir.
Belli bir süre sonra Saxonna hamiledir. Bir ev kadını olarak gurur verici bir durumdur. Yengesinin üç çocuğu vardır, her biri ayrı bir sorundur. Çünkü, abisi Tom çalışmamaktadır, geçim sıkıntısı yaşamaktadır. Bu geçim sıkıntısı içerisinde bir de çoçuk sıkıntıyı arttırmakta ve hayatı yaşanılmaz hele sokmaktadır. Ancak Saxonne yengesinin bu görüşlerine katılmamakta ve Bill’in bir şekilde kendilerini mağdur etmeyeceğine inanmakta ve gönlünü rahat tutmaktadır.
Saxonne’nin komşusu da yengesinin görüşlerine katılmakta ve Saxonneye erkeklerin vefasız olduğu, çocuk olduktan sonra değerinin Billy’ nin gözünde düşeceğini ifade etmektedir. Saxonneye erkekleri elde tutmanın yollarını öğretmektedir.
Belirli bir zaman sonra Oaklan’da grevler başlamıştır. Çünkü sendikacılar ile patronlar arasında anlaşmazlık olmuştur. Fabrikalar işci çıkarmaya ve grevcilerin yerine “Sarı” diye hitap edilen sendikasız işciler alıp çalıştırmaktadır. Bu durum sendikalı işciler ile patronların yanında olan sarıların arasını açmış ve sokak kavgaları başlamıştır. Oakland bir harp meydanı gibidir. Gün geçmez ki; kavgalardan birinde bir sendikalı işci bir sarıyı bir polis bir sendikalıyı öldürmesin. Öldüren mahkemeye düşmesin. Hapishaneler ve hastaneler ağzına kadar dolmuştur. Bert Saxonne nin evinin bulunduğu sokakta kavgada öldürülmüş ve Bert’i kurtarmaya çalışan Saxonne çocuğunu düşürmüştür.
Bu kötü gidiş Billy’i de etkilemiş içki içmeyi fazlalaştırmıştır. Artık Saxonne ile eskisi kadar ilgilenmemeye başlamış, sendikadaki toplantılara katılmaktadır. Billy de para sıkınıtısı çekmektedir. Açlık Billy ve Saxonneyi çok yıptratmıştır. Billy’ nin durumu kurtarmak için katıldığı bir kaç boks maçıda olumsuz sonuçlanmıştır. Billy formunu kaybetmiş ve maçlarda sağlam hırpalanmıştır. Ayrıca evinin bir odasını kiraya verdiği adamı da dövmüştür. Adamın şikayeti üzerine tutuklanmış ve 1 ay hapse mahkum edilmiştir.
Saxonne Billy’ nin mahkumiyeti süresince düşünmüş ve bu kötü gidişe dur demek gerektiğine kara vermiştir. Bu kararı Oakland’dan ayrılmak ve çiftlik kurmak olmuştur. Çünkü: çok iyi başlayan evlilik hayatında aldığı bütün malzemeleri parasızlıktan kaybetmiş ve bir tek Billy kalmıştı onu da seviyor ve kaybetmek istemiyordu.
Billy hapishaneden çıkınca bu düşüncesini eşine aktarmış ve onu ikna etmiştir. Billy ile Oakland’ı terk etmeden önce sinemaya giderler. Orada bir çiftlik ve vadi görmüşler ve çiftlik benzeri bir yerin arayışına girmişlerdir.
Kararlıydılar çünkü; kaybedecek hiç bir şeyleri yoktu ve zamanları boldu. Ufak tefek gerekli malzemeleri yüklendiler ve yola koyuldular. Yolda tarımcılarla konuşup tanışmışlar ve tarımcılığı öğrenmişlerdir. Burada tanıştığı çiftlik sahibine, aradığı özellikte bir tarım arazisini sormuşlar. O da o özellikle bir araziyi ancak “ayda” bulabilaceğini ve ismini de “Ay vadisi” olacağını söylemiştir. Fakat kararlı idiler ve bulacaklardı.
Sıkıntılı yolculuktan sonra “Sonoma vadisine” gelmişlerdi. Vadi tam istediği ve rüyalarındaki özelliğe uygundu. Sonradan da öğrendiklerine göre Sonoma vadisi kızılderili lisanında ay vadisi demekti. Sonuç olarak aradığını bulan Saxonne ve Billy hayatlarını düzene sokmuşlar ve çok zengin olmuşlardır.

Avrupa Yeni Yapılanırken TÜRKİYE

AB hukuki ve siyasi açıdan Monolitik bir yapı değil, daha ziyade “Üç Ayak” üzerinde duran politik bir çatı görünümündedir. AB’yi şekillendiren Maastricht anlaşması, Avrupa Topluluğu’nu,Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı ve Adalet, İç İşleri Alanlarındaki iş birliğini birleştirmektedir. Bu arada, Avrupa Topluluğu’nun da üç ayrı anlaşmadan meydana gelen bir kurum olduğunu unutmamak gerekir. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AURATOM), dolayısıyla kamu oyunda kısaca AB ile ifade edilen kurum, aslında hukuk ve siyasi açıdan çok karmaşık ilişkilere dayanan bir yapıdır. Önümüzdeki 10 ile 20 yıl içinde üye sayısının iki katına çıkma ihtimali karşısında, AB’nin başta 6 ülke için öngörülen kurumsal çerçevesini ve karar mekanizmalarını köklü biçimde gözden geçirme ve değiştirme gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Aksi takdirde, AB bugün 15 üye ülke ile olduğundan çok daha hantal bir yapı haline gelme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca, genişleme esnasında , topluluğun ekonomik alanındaki bütünleşme sürecinde ortaya çıkması beklenen sorunlara da şimdiden önlemler almak gerekecektir. Bu gün bile 15 üye ülkenin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılayacak politikalar üretmek ve uygulamak hiç de kolay değildir. Örneğin, AB Ülkelerinde, çevre, sağlık vs. gibi konulardaki “Farklı alışkanlıklar ve davranış kalıpları, malların serbest dolaşımında herkesin uyduğu ortak kuralların uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Artan üye sayısı ile birlikte, ülkeler arasında var olan bu farklılıklar artacak ve karar mekanizmalarının tıkanması ihtimali yükselecektir.”
Bu bağlamda ele alındığı Hak’ın Maastricht anlaşması’nın dar anlamındaki revizyonunu aşan bir görevi vardır. Hak’ın amacı, AB’nin kurum ve prosedürlerini daha şeffaf ve daha demokratik bir hale getirmek ve böylece AB karar ve eylemlerini kamoyu için daha iyi anlaşılabilir kılmaktadır. Geniş katılımlı bir AB’nin politik kararları, üye ülkeler tarafından da benimsenmelidir. Avrupa Birliğinin Avusturya, İsveç ve Fillandiya’yı da içine alacak şekilde genişlemesi, kurumsallaşma ve karar mekanizmaları açısından AB’yi ciddi olarak etkilememekle birlikte, dış politika ve güvenlik politakası alanlarında ikinci ayaktaki performansını önemli ölçüde etkilemiştir. 1989’daki tarihi dönüm noktasından sonra Doğu’ya doğru genişleme, Avrupa bütünleşmesinin gerçek sınavı olacaktır. Bu anlamda, belirli aktör ve faktör gruplarını unutmamak gerekir. Her şeyden önce, Orta ve Doğu Avrupa’nın reformcu devletlerini bütünleştirmek, AB’nin yeni üyelerinin çıkarınadır. Genellikle yeni üyeler, henüz üye oldukları kulübün daha fazla genişlemesi konusunda pek istekli davranmazlar. Ancak. Avusturya ve söz konusu iki İskandinav Ülkesi, aktif bir Doğu’ya genişleme politikası izleyeceklerdir.
Önümüzdeki reform aşamaları için geçmişten gelen üç temel yetersizlikle baş etmek gerekecektir. Her şeyden önce Avrupa Bütünleşme Sürecinde meşruiyetin sürekli sağlanması gerekmektedir. Avrupa kurumları, yeterince etkin olarak işlememektedir. Yönetim birimlerinin büyüklükleri, prosedürlerin karmaşıklığı ve birliğin yetkilerinin dağılımı ile ele alınış biçimlerine dayanan tartışmalar, kamuoyunda gitgide “Kötü Yönetim” olarak görülecektir. Ayrıca Bütünleşme Süreci, federal dengedeki gerçek ve beklentisel rahatsızlıklardan, başka bir deyişle, merkez kaç ve merkezcil kuvvetler arasındaki denge ile büyük ve güçlü üyelerle küçük ve zayıf üyeler arasındaki dengeden ciddi olarak etkilenmektedir. 1989 – 1990’dan sonraki köklü değişiklikler, Almanya’daki hızlı birleşme süreci, Avrupa’nın soğuk savaş sonrasında artan sorumluluklarına uygun bir tutum izlemesi gerektiği yönünde ABD’den gelen talep ve birliğin 1990’lı yılların başında yaşadığı bütünleşme girişimi,1970 yılından beri,çoğunluğun dikkatini çekmeden, uluslararası siyaset alanında hükümetler arasında ortak bir çalışma gerçekleştirilebilmesi için yegâne sistem haline dönüşen Avrupa politik işbirliği’ndeki köklü bir reform yapılmasına neden olmuştur.1990-1991 yılında siyasal birlik için toplanan hükümetler arası konferans, Avrupa Birliği’nin ikinci ayağını oluşturan ortak dış politika ve güvenlik politikasının (ODGP) oluşturulmasını sağlamıştır. Fikir üretme grubu çalışmaları, AB üye devletlerinin raporları ve devlet temsilcilerinin yapmış olduğu açıklamalar,ortaya iki temel düşünce akımı çıkarmıştır. ODGP ye dair teşhislerin farklılığı dolayısıyla, değişik reform önlemleri önerilmektedir.
Bazı kesimler, bu iddialı hedeflere ulaşabilmesi için mevcut araçların yetersizliğini öne sürerek, yapısal bir problem olduğunu öne sürmekte; diğerleri ise, ODGP’nın yetersiz kalma nedeninin üye devletlerdeki siyasi irade eksikliğinden ve söz konusu devletlerin yeterli hareketliliği göstermemesinden kaynaklandığını belirtmektedirler. Hükümetler arası konferans’ın ağırlık vereceği hususlardan bir diğeri de, Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği’nin geliştirilmesidir. Şu anda üzerinde en çok tartışılan konu, BAB’ın geleceği ve iki birlik arasındaki ilişkidir. Üye devletler 1990 - 1991 yılında AB’ye savunma alanında bir sorumluluk verilmesi konusunda fikir birliğine varamamış olduklarından, Batı Avrupa Birliği’ne Avrupa’nın bütünleşme sürecinde ayrı bir önem verilmiştir. Böylelikle BAB, hem Avrupa Birliği’nin savunma ayağını, hem de NATO’nun Avrupa kanadını oluşturmuştur. Türkiye, Akdeniz ülkeleri ile ilişkilerini artırarak, bu bölgede istikrarın gelişmesine katkıda bulunmalıdır. Önümüzdeki dönem Avrupa Kurum ve Mekanizmalarının Akdeniz Ülkelerine taşınmasının önem kazanacağını düşündüğümüzde, Avrupa Kurum ve Mekanizmalarının oldukça geliştiği Türkiye’nin bu süreçte kilit bir rol oynaması ihtimali vardır.
Akdeniz Bölgesindeki Ülkelerle ilişkilerini artıran Türkiye’nin bu bölgenin ve dolayısıyla Avrupa’nın istikrarı açısından önemli bir işlevi bulunmaktadır. Önümüzdeki dönem Orta Doğu Barış Sürecinin ilerlemesi ile birlikte Batı Akdeniz Ülkeleri ile Doğu Akdeniz Ülkeleri arasında ilişkilerin artma potansiyeli ve Orta Doğu bölgesinin Avrupa Birliği’nin dinamiğinden daha fazla etkilenme olasılığı ortaya çıkmaktadır. Türkiye bu bölgedeki gelişmeleri dikkatle izlemeli ve İsrail, Ürdün ve Filistin arasındaki gelişen ilişkilerin içine girmeli ve zamanla bu ilişkilerin Mısır ve diğer Orta Doğu Ülkelerini de kapsayacak şekilde genişlemesine yardımcı olmalıdır.
Sonuç olarak; Türkiye Avrupa’nın “İçinde miyiz-Dışında mıyız” tartışmaları yerine, gümrük birliği ilişkisini kısaca belirttiğimiz başka ilişkilerle zenginleştirmeli ve derinleştirmelidir. Esnek entegrasyon projeleri Avrupa Birliği’nin genişlemesini olanaklı hale getirmeleri nedeni ile günümüz ortamında önem kazanmaktadırlar. Türkiye, Avrupa’nın genişlemesini ve Avrupa Birliğinin Bütün Avrupa’nın Kurumu haline gelmesini savunanların yanında yerini almalıdır. Ancak, bu projelerin Avrupa’da 1 nci ve 2 nci sınıf ülkeler yaratma tehlikesi de vardır. Bu projelerin bu tehlikesiyle mücadele etmek ve mücadele edenlerle de birlikte olmak gerekmektedir. Daha 1991’de İttifak’ın yeni strateji konsept’inde yer alan maddelere göre üye devletler, Güney’deki bir istikrarsızlıktan kaynaklanıp güvenliklerine yönelebilecek tehdit, risk ve zorluklarla baş edebilme konusunu dile getirmişlerdir.
Terörizm, silahlanma, dini radikalizm ve halkların kitlesel çapta göç etme ihtimali gibi konulara dikkat çekilmişti. İttifak, Akdeniz girişiminin bir parçası olarak, kendisine NATO üyesi olmayan 6 Akdeniz ülkesi ile diyaloğu başlatmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Bosna’daki kriz yönetme harekatında aktif olarak yer almıştır. Ankara’daki yetkililer, İttifak’ın Güney ve Doğu Akdenizdeki Güvenlik ve İstikrar konularına gösterdiği ilgiyi büyük bir ihtimalle olumlu görmektedirler. İttifak’ın tek İslami üyesi olarak Türkiye, Akdeniz’deki diğer islam devletlerine bir örnek yada model olarak belki de çok değerli bir rol oynar.
“AB” Avrupa Birliği
“”AET” Avrupa Ekonomik Topluluğu
“akçt” Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
“AURATOM” Avupa Atom Enerjisi Topluluğu
“ODGP” Ortak Dış Politika ve Güvenlik Polutikası
“BAB” Batı Avrupa Birliği

Atilla’dan Timur’a Avrupa ve Asya

ATİLA’DAN TİMUR’A AVRUPA VE ASYA
Bu kitap Emmanuel Berl’in Avrupa tarihi isimli üç ciltlik kitabın Türk okuru için en ilgi çekici bölümü olan birinci cildidir. Kitap bir tarihçi gözüyle masal tadında yazılmıştır.Ancak Alman işgali günlerinde yazılan kitabın eksikleri,yazarın bulunduğu köyde hiçbir kaynak olmayışı ve araştırma imkanı bulamayışından kaynaklanmaktadır.Buna rağmen kitap Avrupa ve Asya tarihinin bütünüyle kavranmasına büyük fayda sağlamaktadır.
BİRİNCİ BÖLÜM
ROMA’NIN SONU ROMANIN ÇÖKÜŞÜ
Roma’nın çöküşü tarihin sıradan olaylarından biridir.Avrupa Roma’yı kendi temellerinden saydığı için Romanın yıkılışı “kıyamet” gibi karşılamış ve çeşitli sebepler göstermiştir. Ama imparatorluğun çöküşü iç sosyal yapıdan çok dış dünyadaki gelişmelerin sonucudur. Avrupa’ya hayat veren de Roma değil Roma’nın yıkılışıdır.
Asya bin yıl gibi çok uzun bir süre bir çok imparatorluğa analık etmiştir. Bunlardan sonuncusu Ahemeni devleti, İskender’in saldırısı ile zaten devletin ne kadar eskimiş, çürümüş olduğunu gösterecekti. Asya’nın çöküşü İran medeniyetinin ve romanın büyümesini alevlendirmiştir. Ama bu çöküş gerçek anlamda bir çöküş değildi. Partlar ve onları destekleyen yunan aristokratları sayesinde Asya eski gücüne kavuştu. Bu sebeple Roma’nın büyüme arzusu başlamadan sona erdi. Aynı zamanda İran’ın gelişmesi Roma’nın gerilemesi, İran’ın gerilemesi de Roma’nın ilerlemesi anlamına gelmekteydi.
Roma, Asya’dan gelen lüksün Ege kökenli felsefelerin ve doğu tanrılarının işgalindeydi. Bu durum Roma devlet adamlarının başarılarını sonuçsuz bırakıyordu. Roma’da tüm sistem çok tanrılı dinlere dayanıyordu. Asya’da evrensel olarak kabul edilen tek tanrılı din inancı hakimdi ve tek tanrılı dinlerin unsurları Roma halkını cezp ediyordu. Roma yönetimi bu durumda baskıcı bir idare şekli ortaya koymaya başladı. Bu nedenle Hıristiyanlık iyice yayıldı. Mısır’da Roma’nın bakısından ötürü Hıristiyanlığı tercih etti.
Barbarların istilası devletin çöküşünü hızlandıran sebeplerdendir çünkü çeşitli akımların çıkmasına sebep oldu. ( Ariusçuluk gibi ) Romania efsanesinin felaketle sona ermiş nice girişimleri olduğu gibi Bizans imparatorluğu gibi bir sonucu da ortaya çıkarmıştır. İustinianos, tarihin bölündüğünü ilan ettiği bir dünyayı güç kullanarak birleştirmek istemiştir. Bizans imparatorunun kendisini sonu belirsiz bir maceraya sürüklediğini anlayan halk ayaklandı. Fakat onun iktidarını güçlendiren bir takım sebepler ( Teodora ile evlenmesi gibi ) Feodolitenin doğmasına sebep oldu. İustinianos’tan sonraki 50 yıl Bizans’ın karanlık dönemi oldu. Hüsrev’in İranı o dönemde Asya’nın egemenliğini elinde bulunduracak kadar güçlüydü. Aynı dönemde Çin kötü günlerini yaşıyordu Göktürk hakanı Mukan kağan gibi güçlü şefin liderliğinde birleştiler.
Mukan Kağan 1 nci Hüsreve batı Asya’yı paylaşmayı teklif etti.bu paylaşmadan sonra Sasanilerin İran’ı o dönemin en gözde kültür merkezi oldu. İran’ın katışıksız din zaafını kullanmak isteyen Mukan Kağan Bizans’a İran’ı paylaşmayı teklif etti Bizans bu teklifi kabul etmedi. Bu büyük bir hataydı. Mukan Kağan’ın ölümü ile bu hata geçiştirilmiş oldu. Ama bu kez İran Bizans’a saldırıp önemli kesimini ele geçirdi. O dönemde Mısır valisi olan Hreklius imparatorluğu kurtardı. Ama Bizans kötü yönetimler ve Slav kuşatması yüzünden zayıf düştü.
Hz. Muhammed’in tebliğleri ile yayılmaya başlayan İslam Hz. Ebu Bekir’in hilafeti ile pekişti. Hz Ebu Bekir zamanında Irak ve Suriye’nin fethine girişildi Hz. Ömer’in hilafeti ile İran İslam egemenliğine girdi. 643’te Kudüs’e girildi.
İslam’ın bu kadar hızlı büyümesinin ana nedenlerinden bir kaçı, insanlara yaşama biçimlerini ve geleceklerini seçme hakkını kendilerine bırakması ve bazı ulvi değerler ( Şehitlik mertebesi gibi ) olarak gösterilebilir.
Fethedilen yerlerden en ilginci Mısır oldu. Çünkü Helenizm’in izleri orada çok derindi. Ama onca filozof orada yaşamış, yüz yıllar boyu Helen kültürünün hakimiyeti yokmuş, İskender oradan geçmemiş gibi çok sıra sürede İslam Mısırda kök salıp büyüdü.
İslam’ın bu şaşalı döneminde İslam’a yönelik saldırılar genel anlamda içeriden olmuştur. ( Kerbela vakası gibi ) Hz. Ali’nin şehit edilen oğulları Hasan ve Hüseyin’e İran sahip çıkmış fakat diğer halifelere zorba gözü ile bakmışlardır. İspanya ve Mısır’ı fetheden Müslümanların Bizanslılara karşı yürüttüğü savaş hiç kuşkusuz insanlık tarihinin hükmederek alınyazısını belirlemiş en önemli olaylardan biridir. Çünkü Avrupa belki de şu anda Müslüman olacaktı.
750 yılında Abbasiler Emevilerin saltanatına son verdi. Abbasiler kültür alanında İran’ı, inanç alanında Arabistan’ı örnek aldılar. Askeri alanda ise Türklerin gücüne baş vurdular. İslam’ın çok büyük topraklara yayılması doğuda ve batıda iki halifelik meydana getirmişti.
İKİNCİ BÖLÜM
KARALOLENJLERİN İMPARATORLUK DENEMESİ VE BAŞARISIZLIK
O dönemin Avrupasında ötekilere nazaran Frank Krallığı daha güçlü idi. Ama Fransa o dönemde yoksul çiftçiler ülkesi idi. Saray entrika kaynıyordu. Ticaret iflas etmiş durumdaydı. Bu durum toprak sahiplerini güldürüyordu. Toprak sahipleri doğal olarak ülkeye sahip oldular. Bu nedenle Karolenj imparatorluğu en parlak döneminde bile bugünkü anlamda yada eski Roma çağındaki anlamda imparatorluk olamadı. Ancak aradan bin yıl geçmesine rağmen Karolenjlerin etkileri devam etmektedir. Bugün bile Charlamange egemenliğinde yaşamış ülkelerle bu sınırın dışındaki ülkeleri ayırabiliriz.
Bu dönemdeki Avrupa kendini tanımıyordu. Kendi köklerini soy ağacını aramaya başladı. Ancak X.yy’ da bulabildi. Avrupa uyanışında sırf Bizans ı göstermek yeterli değildi. Aynı zamanda Makedonyalı hükümdarlar Bulgarları yenerek Batı Roma imparatorluğu kurulmasına olanak sağlamışlardır. İslam,siyasi anlamda Türklerin ve Berberilerin egemenliğine girmek üzereydi.
O çağda yönetim biçimi feodalite ile açıklanabilirdi. Köksüz,birbirine benzemez girişim şeklinde görünüyordu. Ama yinede belli bir süre sonra feodaliteye biçim verdiler.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KUTSAL ROMA – GERMEN İMPARATORLUĞU YÜKSELME VE ÇÖKÜŞ
Kuşçu Heinrich dağınık Alman topluluklarını topladı,halkı kentlileştirdi. 933’te Macarlara savaşacak kadar güçlendi. Otto ailesiyle ülkeyi sistemli bir şekilde yönetti, Frenkon döneminde devlet güçlüydü ama klise aksine kan kaybetmiş durumdaydı. III ncü Gregorius ise kiliseyi yeniden yapılandırdığı gibi batıyı da kurtardı. Haçlı seferlerinin fikir olarak gelişim başlangıcı bu tarihe rastlar.
Fransa da aziz Louis döneminde Fransa kan gölüne dönmüştü. Aziz Louis hem devlet yönetiminde hem de klise açısından büyük bir birleştirici unsurdur. Onun sayesinde haçlı seferleri samimiyetle sürdürüldü. Ama o hiçbir haçlı savaşını kazanamamıştır, buna rağmen onun döneminden sonra hiçbir batılı hükümdar Hıristiyan dayanışmasına samimiyetle değer vermeyecektir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HAÇLI SEFERLERİ
Kutsal imparatorluğun ve Gregoryan papalığının kuruluşu gibi ilk haçlı seferide hem siyasi hem de mistik bir macera olmuştur. Roma kilisesi önceleri haçlı seferleri için coşkusuna şaşırdı ama daha sonra kaybettiği itibarını geri alabilmek için bu coşkuyu kullanmaya karar verdi. Kilise bunun için önce hapistekileri ve sapkınları kullandı. Çok büyük halk kitleleri bu seferler katıldı. Seferler esnasında geçtikleri her yeri talan eden haçlılar,Konstantinapolise gelince orayı da yağmaladılar. Bizans aslında Peçeneklere karşı bu haçlı zihniyetinden faydalanmak istemiştir,ama bu durum ötekinden daha vahimdi. İmparator daha ilk savaşlarında çok büyük kayıplar verdi. Bu durum aslında bundan sonraki bundan sonraki olacak haçlı seferlerin niteliğini de göstermekteydi.
XI yy Avrupası uyanmak istiyordu,bunu özellikle üzerindeki ”Kilise” prangasını kırarak yapmak istiyordu. Yine bu dönemde Bizans zor günler yaşıyordu. Normanların tehlikesi, Çakabey ve Peçenekler epey yıpratmıştı. Bizans zor günlerinde mali gücü kültürel itibarı ve geleneksel siyasi becerisi ile ayaktaydı. İslamın o dönemdeki durumu ise fazla iç açıcı sayılmazdı.Doğuda Abbasi halifeliği yavaş, yavaş Türk egemenliğine giriyordu. Aynen Bizans gibi dışardan saldırgan göçebe halklarının, içerden anarşi ve sapkınlıklar kemiriyordu. Kültürel zenginliği ve çekiciliği arttığı için ayaktaydı.
X yy’ da 5 yy sürecek med dalgaları başladı. Gazneli Mahmut İran ı ve Hindistan ı fethetmişti ve büyük bir imparatorluk kurmuş Türk militanizmini uyandırmıştı. II nci Haçlı seferi Nurettin Bin Zengi’nin Halep i ve Şam ı almasıyla sonuçlandı. Yalnız bu seferde Avrupa anladı ki Bizansın yardımı olmadan Haçlı seferlerinin hiç biri düzenlenmeyecekti.
1204’ de Haçlılar korkunç bir sapmayla nicelik değiştirdi. Aleksiyos Kommenos Haçlılara,Bizans kilisesini Roma kilisesine bağlama vaadiyle,tahta geçebilmek için çağırdı. Verdiği sözde durmayınca ve öldürülünce Konstantinapolis yağmalandı,talan edildi.
XII yy sonu ve XIII yy başlangıcı hilal ile haç yakınlaşmasına sahne olacaktı. Franklar yenemeyeceklerini anladıkları İslam’ın çekiciliğine de kapılmışlardı. Bu dönemdeki dostluk İslam’ın matematik ve astronomide ve mimaride büyük ilerlemelerine sebep olmuş İbn-i Sina’lar El Cid’ ler bu devirde yetişmişti. Bu dostluk Selahaddini Eyyubilerin,Flip Ogüs’ lerin kral Richard’ların dönemine rastlar.
Cengizhan başlangıçta Türk-Moğol kabilelerini bir araya getirdi ve o muhteşem ordu kurgusunu gerçekleştirdi. Moğollarda ordu savaşmakta olan ulustu. Cengizhan önce Karahitayları yenerek doğu Türkistanı imparatorluğuna kattı. İran ı ve Şah Muhammedi yendi. Ermenistan, Çeçenistan, Gürcistan feth edilddi. Artık Konstantinapoliste korkmaya başlamıştı. Geleceğin Osmanlı Hanedanının atasıda Maveraünnehirde Cengiz kasırgasından kaçarak Delhi sultanına sığındı. Cengiz yerleşik düzene tahammülü olamadığı için her yeri talan ediyordu. Moğol fırtınası Hıristiyan-İslam dünyası arasındaki ilişkileri alt üst etti. Hıristiyan dünyasının 50 yıl süren İslam Moğol savaşlarından hiç istifade edemediğini belirtmekte fayda var.
Cengiz ölünce dört oğlu ülkeyi paylaştı,en küçükleri Ögedey Han imparatorlu- ğun büyük varisiydi. Önce savaşını sürdürdü,Kuzey Çin in fethini tamamladı. Rusya,Lehistan fethedildi. Lehistan ve Almanya dehşet içindeydi,çünkü maksatları sömürge değil alabildiğine insansız bölge yaratmaktı. Sadece Macarlar ayakta kalabildi. Çünkü onlar Türk – Moğol soyundandırlar. Moğol istilası geleceğin Rusya sının da hazırlayışı olmuştur.
BEŞİNCİ BÖLÜM
AVRUPANIN ACILARI
Kilise hiyerarşisi bozulmuştu ve zayıflamıştı. Avrupa’da bu dönemde içler acısı durumu izah ederken ümitsizliğin hat safhada olduğu bunun için kralların bile büyüden medet umduğu görülüyordu. Jean Darc’ın büyüklüğünü bile görememişlerdi. Bu sebeple haçlı seferi düşüncesi bile abesti. Ama hükümdarlar bu rüyayı görüyordu. Çökmekte olan ortaçağ Avrupa’sını birkaç kelimeyle anlata biliriz : Cesetlerle dolu kentler, Avrupa’yı insansız bırakan veba salgınları, kan, duman ve çürümüş ceset kokusu,
Latinleri Konstantinapolis’ten kovmayı başaran Bizans ne yazık ki yüz ölçümü kadar devlet hazinesi kadar devlet hazinesi de küçülmüştür. Ama büyük kent hiç olmazsa kültür alanında itibarını kazandı. Kent çatışmalar kentiydi.
İmparatorluğun yazgısı XIV. yüzyılda belli oldu.Türklere yenik düşeceği apaçık ortadaydı. Bizansın düşmanlarına karşı her zaman iki avantajı vardı. Siyasetin tutarlı ve sürekliliği, ikincisi düşmanın kendi düşmanıyla sorunları. Bu avantajlar yüzünden her seferinde kurtulmayı başarmıştı.
Erzurum yaylalarında 400 aileden ibaret olan Osmanlılar Moğol istilası sırasında Horasan’dan kaçmış savaşçılardı. Ertuğrul bey bu küçük askeri birliğini Konya sultanına sundu bunun karşılığında Bizans sınırına yakı bir yer gösterildi. Diğer beyler birbirlerini yutmaya çalışırken onlar İznik’i, Bursa’yı istiyordu Bursa ve İznik fethedildikten sonra önleri açılmıştı. Türk siyasetinin kuralları belli olmuştu. Osmanlılar asker liderlerdi. Turan’ın yenilmezliğini koruyorlardı ve aynı zamanda çok sofu Müslümanlardı. Ama dini açıdan inanılmaz hoş görülü idiler. Ama Osmanlının amacı Konstantinapolisi almak değil fetihlere devam etmekti. Murat hana karşı haçlı seferi düzenleyen V. Urban batılı birliklerinin gelmesini beklemeden saldırdı ve yenildi. Bizans toprakları artık geniş Osmanlı topraklarının ortasında bir ada gibiydi 1389’daki silahlarla olan savaşta Murat han savaşı yine kazandı. Bu savaşta Murat han ölmüştü. 1396’da haçlılar tekrar Osmanlıya bu geç kalınmış uyanışta Avrupa’lılar Niğbolu’da yine kaybettiler.
6 NCI BÖLÜM
ASYANIN ZAFERİ
Timur ve Hüseyin Maveraünnehir’in büyük bölümünü geri aldı ve buraya emir oldu. Timur esnek siyasetli bir kişiydi. Alimlere ve derebeylere karşı cömertti komutanları ödüllendirirdi. Timur’a kadar Maveraünnehir halkı Türklere karşı hiç zafer kazanamamıştı. 1370-76’a kadar Türkmenistan’a seferler düzenledi Timur. Timur’un inanılmaz zaferleri batılıların hayal gücünü zorluyordu. Önce İran’ı fethetti. 1382’deki Moskova’yı Azerbeycan’ı işgal etti. Yaptığı her savaş veya savaşı yarıda kesmesi tarihe doğrudan etki ediyordu. Altınordu moğollarını kovaladı ve volga nehri kıyısında savaşı sona erdirdi. 1397’de Hint ülkelerini feth etmek için yola çıktı bu sefer sonunda Babür imparatorluğu kuruldu. Timur Hint seferindeyken çıkan ayaklanmada asibaşı Timur’un geldiğini öğrendi ve Beyazıd’a sığındı. 1402’de Ankara savaşı oldu Beyazıd yenildi.
Timur’un ölümü ile Hıristiyan batının zaafı ortaya çıkmıştı. Avrupa’nın kaderi Avrupa’nın dışında ve Avrupalı olmayan iki güç tarafından tayin edilmişti. Hıristiyanlık seçim hakkına dahi sahip olamamıştı artık haçlılar yoktu. Batı kimin gerçek kimin sahte papa olduğunu tartışıyordu. İslam’a gelince Timur’un yaptığı büyük kıyımlar İslam dünyasını şaşkınlık içinde bırakmıştı. Çünkü bu savaşlarda medeniyetler silinme noktasına gelmişti.
Avrupa ise tarihin tüm karanlık dönemlerinde olduğu gibi sadece Asya’nın küçük bir uzantısı idi İbn-i Haldun’un dediği gibi evrensel ruh herşeyi ile parçalanmış kendisine tekrar hayat verecek ilahi lütfu bekliyordu.

Atatürk’ün Fikir Sofrası

Atatürk de, bildiğimiz bizim gibi bir insandı. Bir çok kişisel özellikleri vardı. İnsan ilişkilerinde nasıl davranırdı? Neyi sever, neye öfkelenir,nasıl düşünürdü? Günlük hayatı nasıldı,kaç saat uyur,kaç saat çalışırdı? Fikirlerini uygularken kullandığı metodlar nelerdi? gibi bir çok sorular aklımıza gelebilir. Bu kitapta da bunların dışında ATATÜRK’ün sofralarından, verdiği eğlencelerinden, toplantılarından bahsedilmiştir.
“Atatürk’ün Sofrası” demek fikir ve kararlarını kesinleştiği an demektir. Atatürk’ün hayatında dinlenme için ayrılmış bir zaman yoktur. Uyumuyorsa, okumuyorsa, yazmıyorsa mutlaka sofrada arkadaşları ile bir şeyler konuşmakta, bir şeyler tartışmakta, haber alıp vermekte, uyguyalayacağı düşüncelerine sosyal taban hazırlamaktadır. Atatürk’ün güçlü bir kişiliği olduğunu hepimiz biliyoruz. O çevresindeki insanların , hatta yakın arkadaşlarının kendi karşısında rahat konuşmadıklarını , fikirlerini açıklamaktan çekindiklerini görüyordu. Her şeyi bilmek , her bildiğini değerlendirmek inancında idi. O nedenledir ki konuştuğu insanları rahatlatabilmek , her şeyi konuşabilmek ve çözümlemek için sofrasına çağırırdı. Şu inançtaydı; içki ve dostlukla rahatlamış insanlar , bir süre sonra fikirlerini cesaretle ortaya koyar, bildiklerini , işittiklerini kendi görüşlerine göre değerlendirirlerdi. Bu yüzden Atatürk; bir çok devlet ,memleket, dünya meselelerini zaman zaman sofraya getirmiş , orada konuşulmuş hatta karara bağlamıştır. Devlet ,memleket , dünya olayları Atatürk sofrasının aynasıdır. Fikirler ulusal görüşlere orada dönüşürdü. Örneğin, sofrasındaki en yakın arkadaşlarını çevresinden uzaklaştırır, bakan,başbakan değiştirir ,kadrosunu kurar, kadrosunu tasfiye eder, halkı aydınlatır ve devlet adamlarını uyarırdı.
Bu kitabın genelinde Atatürk’ün sofralarından alıntılar mevcuttur. Bunlardan bazılarına değinecek olursak:
TÜRK MİLETİ’NİN ÖYKÜSÜ
Bu bölümde Cumhuriyetin 10. Yılını kutlamak için verilen geceden bahsediliyor. Gecede halkı ile eğleniyor ve onlara öğütler veriyordu. Bir Yüzbaşıya da “Gençlik bilekte değil kafadadır” diyerek büyüklüğünü gösteriyor. Ayrıca yeri geliyor, eğlence yerini meclise çeviriyor. Yaptığı inkılapları anlatıyor. Kırtasiyecilikle boğuştuğumuzu , vatandaşlara babadan oğula sıçrayan bir ideal verdiğimizi ve Yarının Türkiyesi’nin temellerini attığını söylüyor.
BİR GÜN ATATÜRK GİZLİCE KÖŞTEN KAÇTI
Bu bölümde gerçekten Florya Köşkü’nden sıkıldığını Atatürk arkadaşı Nuri CONKER’e anlatır.Bir arabayla kaçarlar ve bir çocuk gibi sevinirler. Bu arada askerlere “Merhaba Asker!”deyip, karşılığında topluca “Sağol” dendiğini anlatıyor. Arabayla bir köye giderler ve orada Halil Ağadan ayran içip onu köşke yemeğe davet ederler. Yemekte ise köylünün derdini sorunlarını dinler ve direkt bakanlara ve başbakana emir verir.
MAZARİK’DE BİR AKŞAM
Yine köşkten kaçıp halkın arasına karışmıştı. Sonra Harbiye Öğrencisi iken gelmiş olduğu Mazarik adlı kokteyl ve yemek salonuna geldi. O’nun oraya geldiğini duyan vali, sivil ve resmi polisler otomobillerle gelince Atatürk rahatsızlığını dile getirir ve köşke döner.
YORGO’NUN MEYHANESİ
Öğrencilik yıllarında geldiği yerlerden biriydi burası. Köşkte arkadaşlarıyla otururken akıllarına gelir ve hemen oraya gidip, anılarını tazeleyip dertleşirler. Bir ara halinden sıkılıp “Vatandaş olmak başka bir güzellik yahu.”der.
Bu kitapta değinilen diğer anı başlıkları ise şunlardır;
ATATÜRK AFERİSTLERLE BOĞUŞUYOR
BİR ALTIN TABAKA HİKAYESİ
DOKTOR REŞİT GALİP DEVRİMLER KONUSUNDA ATATÜRK İLE ÇATIŞIYOR.
MADAM SENYA OLAYI
ÇALLI İBRAHİM’İN KÜRKÜ
ATATÜRK İSMET PAŞA İLE ÇATIŞIYOR.
ATATÜRK’ÜN BEĞENDİĞİ BİR JEST
YAHYA KEMAL’E VERİLEN SOFRA CEZASI
DEVLET VE PARTİ
ATATÜRK’ÜN YAKASINA YAPIŞTIĞI PARTİ
ÇELİK PALAS’TA BİR AKŞAM
ANKARA PALAS‘TA DANSLI ÇAY
AHMET EMİN YALMAN ATATÜRK’ÜN MASASINDA
ATATÜRK VE REFİK KORALTAY
ATATÜRK’ÜN FRANSIZ SEFERİ’NE VERDİĞİ DERS
KOLAĞASI MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK’E SUİKAST İHBARI
BİR SOFRADA ÜÇ OLAY
Kitapta adı geçen başlıklarda çeşitli yer ve mekanlarda Atatürk’ün yemeklerde, partilerde ve çaylarda aldığı kararlar ve düşünceler işlenmiştir. Ayrıca Atatürk’ün en yakınlarından alınan her bir bilgi aynı olayın görgü tanıkları ile pekiştirilmiş, hafızalardaki yanlışlıklar düzeltilmiş ve gerçeğe en yakın biçime dönüştürülmüştür. Atatürk’ün sofralarının temel felsefesi O’nun şu sözünde yatmaktadır: “HÜKÜMET UYANDI ,HADİ BİZ YATALIM”.
ANAFİKİR: Bizler konuştuğumuz insanları rahatlatabilmek, dertlerine çözüm bulabilmek, onları daha iyi anlayabilmek için en iyi yöntemi seçmeliyiz. Onları yemeğe davet edip, dostluk, içki ve hoşgörü ile rahatlatarak,fikirlerini cesaretle ortaya döktürerek bildiklerini, işittiklerini acılarını ve sevinçlerini paylaşmalıyız. Bu sayede hayatta bakış açımızı genişletmiş oluruz.

ATATÜRK’ün Bana Anlattıkları

Türk milletinin Alman ordusunun yanında savaşa katılması istendiği sıralarda yurdumuza bir Alman heyeti gelmişti. O zamanki Osmanlı devlet adamları ve devlet reisleri ordumuz hakkındaki tüm sırları ve ordumuzu bu heyete teslim etmişlerdi. Mustafa Kemal ATATÜRK bundan büyük bir rahatsızlık duyuyordu.Bunların olmaması için tüm yetkili makamlara rahatsızlığını ve nedenlerini tüm açıklığıyla bildirmiş fakat kimse oralı olmamıştı. Hatta onlardan birisi Mustafa Kemal’in bu rahatsızlığının memleket ve milletine duyduğu aşktan ileri geldiğini fakat memleket ve milletin buna layık olmadığını söylemiştir.
Mustafa Kemal Arıburnu ve Anafartalar’da elde ettiği başarılar sebebiyle dost düşman birçok kişinin ismini duyduğunu biliyordu.Buna dayanarak Osmanlının içinde bulunduğu durumu anlatmak üzere Osmanlı yöneticilerine ziyarete gidiyordu. Nazır bey ile yaptığı görüşmede de ona içinde bulunduğumuz kötü durumu açıklamaya çalışmış fakat o kabullenmek istememiş gerçeklerin kendi bildikleri olduğuna inanmaya devam etmiştir. Mustafa Kemal’i Heyeti Vukela’ya şikayet etmiştir.
Mustafa Kemal’e heyecanlı bir eğilim içinde olan Yakup Cemil adında bir kişi Bursa’da arkadaşlarıyla yaptığı bir ihtilalde Vatanın selameti için devlet başındakilerin öldürülmesi gerektiğini ve bunu da kendisinin yapacağını söylemiştir. Ayrıca en önemlisi de vatanın kurtulması için devletin başına Mustafa Kemal’in gelmesi gerektiğini söylemiştir. Daha sonra bu adam yakalanarak asılmıştır. Mustafa Kemal Yakup Cemil’in bu hareketini doğru bulmamıştı, buna rağmen onu kurtarmaya çalıştı.
Mustafa Kemal Yedinci Ordu’ya ilk defa kumanda ettiği sırada bu ordunun da içinde bulunduğu gurup kumandanı General Falkenhayn’a önem verdiği konusunda hem fikir olmayınca münakaşa oldu ve durumdaha büyük makama aksetti. General Falkenhayn Mustafa Kemal’in tamamen gerçeklerden oluşan görüşlerine değer vermemişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal bütün sonuçlarını kabul ederek isyankar bir şekilde kendi görevine son verdi ve yerine Ali Rıza Paşa’yı tayin etti. Daha sonra Mustafa Kemal’i II nci Ordu K.lığına tayin ettiler. Mustafa Kemal onu da kabul etmedi. Halbuki Mustafa Kemal sadece içinde bulunduğumuz acı durumu açıklamaya çalışıyor fakat onlar buna inanmak istemiyorlardı. Bu sırada Mustafa Kemal’in İstanbul’dan Halep’e gitmek için yol parası dahi yoktu. Mustafa Kemal bundan kimseye söz etmediği halde Falkenhayn Mustafa Kemal’e bir miktar altın gönderdi. Mustafa Kemal bu paranın ordu ihtiyacı için gönderildiğini sandı. Fakat daha sonra gerçeği anladı ve parayı Falkenhayn’a geri yolladı.Birkaç at ve kısrak satarak para sağladı. Bundan da anlayacağımız gibi Mustafa Kemal hiçbir zaman kendisini vatanından ön planda tutmamıştır.
Veliaht Vahdettin ve Mustafa Kemal’in Almanya gezisinde de Mustafa Kemal her fırsatta Vahdettin’e vatanın içinde bulunduğu müşkül durumu açıklamaya çalıştı. Orada da birçok yere gezi yaptılar. Her gittikleri yerde bir Alman komutanı onlara Alman ordularının gerçek durumunu değil de istedikleri yönlerini gösteriyorlardı .Hatta birisinde Mustafa Kemal ve Vahdettin cepheye gidip Alman ordularını daha yakından görmek istedi . Bu istekleri kabul edildi fakat daha oraya varmadan nereleri gezecekleri planlanmıştı. Mustafa Kemal Vahdettin’den tecrübelerine güvenerek gösterdiği yöne gitmesini istedi ama Vahdettin yapılmış plandan dışarı çıkmadı. Mustafa Kemal’de ondan ayrılarak gösterdiği yöne gitti. Ağaçta gözcülük yapan bir Alman askeri ile görüştü. Alman ordusunun kötü durumu hakkında önemli bilgiler aldı. Görülüyor ki Alman ordusunun durumu kendi askerinin dahi durumu inkar edemeyeceği kadar kötüydü.
Seyahatten sonra Mustafa Kemal büyük bir rahatsızlık geçirdi ve bir süre dış ülkede tedavi gördü. Bu sırada veliaht Vahdettin padişah oldu. Mustafa Kemal ile görüşmek üzere yanına çağırdı. Çünkü her fırsatta vatanın içinde bulunduğu durumu kendine anlatmaya çalışan Mustafa Kemal ile gezi sırasında bir çok görüşmeleri olmuştu. Buradan Mustafa Kemal’in tek isteğinin mülk ve makam değil vatanın kurtuluşu olduğunu açıkça anlıyoruz.
Mustafa Kemal ile yaptığı görüşmede Mustafa Kemal kendisine her şeyden önce orduyu bizzat kendisinin kumanda ederek sahip çıkmasını istedi.Ancak ondan sonra sağlıklı kararlar alınabileceğini bildirdi. Günler sonra yaptıkları başka bir görüşmede Mustafa Kemal padişahın orduyu düzeltip başına geçmek yerine ilk önce halkı kazanmaya çalıştığını anladı.
Vahdettin birgün Alman generalleri ile görüşme yapıyordu. Mustafa Kemal Alman generalleri olduğu için içeri girmek istemediğini belirtti.Ama Vahdettin özellikle onlar olduğu için içeri girmesini istediğini söyledi. İçeri girer girmez Mustafa Kemal’e iltifatlar yağdırmaya başladı. Sonunda Mustafa Kemal’i Suriye’ye kumandan tayin ettiğini ve oraları düşman eline kaptırmamasını söyledi. Alman generallerine dönerek“ Bu kumandan dediğimi yapabilir” dedi. Mustafa Kemal ATATÜRK bu görevin ona İstanbul’dan uzalaştırılmak için verildiğini biliyordu. Sonra Mustafa Kemal ATATÜRK bu işin Enver Paşa ve Vehip Paşa’nın başının altından çıktığını öğrendi.
1 nci Dünya harbinde yüzlerce km. uzunluğunda bir cephe üzerinde üç ordu vardı. Bunların sadece isimleri orduydu. Bu ordular zayıf, dağınık bir takım kuvvetlerdi. Mustafa Kemal bu üç ordunun birleştirilerek tek ve sağlam bir ordu kurulmasını istiyordu. Fakat bu tekliflere kimse kulak asmadı.
Bir gün Mustafa Kemal’e Erkanı Harbiye reisi o günün raporlarını okuyordu. Bunlar her zaman yazılan basit raporlardı. Yalnız bu raporlarda bir ingiliz esirin yazdığı rapor Mustafa Kemal’in dikkatini çekti. Mustafa Kemal bu rapordan İngilizlerin bir kaç gün sonra bütün cephe üzerinde taarruz yapacaklarını anladı. Kolordu komutanlarına tedbir aldırdı. Ve Limon Van Sanders’e haber verdi. Fakat o buna gülüp geçti.Mustafa Kemal’in dediği gerçekleşti ve Limon Van Sanders’in ordusu bozguna uğradı. Burada Mustafa Kemal’in ileriyi görme yeteneğini ve sezgi gücünü görüyoruz.
Mondoros mütarekesinin yapıldığı sıralarda durumun kabul edilemezliğini bir çok makama yazılar yazarak açıklamaya çalıştı ama kimse kulak asmadı.
Bütün bunlar olurken Mustafa Kemal bir taraftanda arkadaşları ile toplantılar yapıyor ve vatanın bölünmezliği için neler yapabilecekleri hakkında sabahlara kadar tartışıyor ve onların görüşlerini alıyordu.
Mustafa Kemal yine arkadaşları ile yaptığı görüşmede Anadolu’ya gitmeye karar verdi. Bir vapur hazırlattı. Mustafa Kemal tüm tehlikelere karşın Anadoluya en kısa yoldan gitmeye kararlıydı. Bunuda ancak vapurla yapabilirdi. Mustafa Kemal Sinop’a geldiğinde oradakilerden Samsun’a kolaylıkla gidebilecek bir yolun olmadığını öğrendi. Fakat yine de o Samsun’a ayak basmak için o kadar acele davranıyordu ki zaman kaybetmektense tehlikelere göğüs germeyi tercih ediyordu.Zaten Mustafa Kemal daha yola çıkmadan Bandırma Vapuru’nun Karadenizde batırılacağı haberini aldı. Bandırma Vapuru’nun pusulasıda bozuktu fakat o yine de yola çıktı.
Ve nihayet Mustafa Kemal Samsun Limanı’na ulaştı...

Atatürkün Avrasya Devleti

KİTABIN ANA BÖLÜMLERİ :
1. Milliyetçilik akımının Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkileri
2. Atatürk’ün Avrasya Devletini kurma çalışmaları
3. Türkiye - Sovyet Rusya ilişkileri
4. Sonuç
GİRİŞ :
Gazi Mustafa Kemal, daha 1900’lü yılların başında Osmanlı İmparatorluğu 5,5 milyon kilometrekarelik topraklarda hüküm sürerken Balkan savaşı bile olmamışken, Selanik’teki arkadaş toplantılarında Osmanlı Devletinin parçalanacağını söylemiş fakat yerine neyin gelmesi gerektiğini söylememişti. Mustafa Kemal Paşa hiçbir şeyi zamanından önce açıklamamış, zamanı gelmeden oluşmasına girişmemiştir.
1. MİLLİYETÇİLİK AKIMININ OSMANLI İMPARATORLUĞU ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ :
Osmanlı Devletinden Yunanlılar, Sırplar,Romenler kopmuş Bulgarlar, Ermeniler, Araplar ve Arnavutlar sabırsızlıkla sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Parçalanmak Osmanlı İmparatorluğunun kaçınılmaz sonu idi. Bu son çok uzakta değildi Osmanlı Devleti parçalandıktan sonra bırakacağı siyasi boşluğu ne dolduracaktı ? Mademki çok uluslu devletleri parçalayan milliyetçik akımları olduğuna göre, Osmanlı Devletinin bıraktığı siyasi boşluğu dolduracak toplum Milliyetçilik akımlarından etkilenmeyecek bir toplum olmalıydı. Bu fikir Gazi Mustafa Kemalin beynini yıllarca tırmaladı. Osmanlının bırakacağı boşluğun Anadolu yarımadasından Çin seddine kadar uzanan topraklar üzerinde dil,tarih, kültür birliği ve bütünlüğünü yaşayan toplumların kolayca bir araya gelebileceklerini düşündüğü ve ölümsüz bir devletin bu temeller üzerinde kurulabileceğini fark etti.
2. ATATÜRKÜN AVRASYA DEVLETİNİ KURMA ÇALIŞMALARI :
“Dünyada şimdiye kadar başka başka milletlerin birlik kurdukları ve yüzyılları beraberce yaşadıkları görülmüştür. Bizim, kurmak istediğimiz birliğin tarihte geçmişi olan birliklerin en üstünü olmasını isteriz.”
ATATÜRK
Evet! Gazi Mustafa Kemal Paşa “Tarihte görülmüş birliklerin en üstününü” kurmak amacındaydı. Bu fikri vicdanında bir sır gibi saklıyor bütün hareketlerini o noktayı hedefleyerek gerçekleştirmeye çalışıyordu. İşte bu Atatürk’ün gözünde milli misak’tı Ülke Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış, düşman denize dökülmüş, vatan kurtulmuştu ancak ekonomi ve insan gücüde tükenmişti, bütçe neredeyse yok gibiydi enflasyon %250 ‘idi.
İşte böyle imkansız bir bütçeden 1924 yılında 200.000 TL. Ödenek ayrılmış ve “ Türkiyat Enstitüsü” kurulmuştu.
(200.000 TL. 200.000 altının karşılığıdır.)
Mustafa Kemal Paşa yok canından işte bu koşullar içinde “Büyük Türk Devletleri Birliği” hayali uğruna bu ölçüde fedakarlık yapmayı göze alabiliyordu ve hedefine yürümeyi tüm bu fedakarlıkları hovardalık farzedenlere rağmen sürdürüyordu.
Türkistan ve çevresindeki Türk kaynaklı toplumların hareketlerini sürekli izledi ve paralel çalımalar yaptı.
3. TÜRKİYE - SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ :
Gazi Paşa Büyük Türk Devletleri birliği kurma çalışmalarının gizli kalmasına büyük özen gösteriyordu. Ancak Sovyetler Birliği bu folklör,etnografya,tarih düzeyinde sürdürülen çalışmalardan rahatsız oluyordu, çünkü Türkiye ile bu toplumlar arasında kurulacak ilişkiler yalnızca Sovyetlerin zararına olabilirdi çünkü, Osmanlı Devletinin defteri kapatılmış, onun yerine onun kadar güçlü ve ondan daha uzun ömürlü bir devletin defteri açılmıştı.”Türk Cumhuriyetleri Birliği”.
4. SONUÇ :
Selanik günlerinden beri bir sır gibi vicdanında sakladığı bu fikir artık gerçekleşme yoluna girmeliydi. Onun için Türkiyat Enstitüsü yolunu seçmişti.
Türkiyat Enstitüsü harıl harıl çalışıyordu önce “ Türk Dili Encümeni” kuruldu. Dildeki Arapça kökenli sözcükler yerine halkın içinde yaşayan Türkçe sözcüklerin yerleştirilmesi için bir ön çalışma başlatıldı. Eğer bir Türk Dünyası yeniden kurulacaksa, dili Arap ve Fars dilinin egemenliğinden kurtulmalıydı. Atatürk’ün bir diğer hedefi de; tarihti, tıpkı dil encümeni gibi bir tarih encümeni kuruldu. Gazi Paşa Tarih konusunda oldukça titiz davranıyordu. Tebliğlerin hepsini dikkatle okuyup gözden geçiriyor ve bu konuda çalışan yerli yabancı uzmanlara “Türk Tarihinin Anahatları” adını verdiği bir kitabın bölümlerini yazdırıyordu.
Mustafa Kemal tarihin devlet hayatındaki önemini çok iyi bildiği için bir yandan Dil Encümenini kurup ona dili sadeleştirme ve zenginleştirme görevi verirken bir yandan da bir Tarih Encümeni kurup onada Türk Tarihinin Orta Asya Türk Devletlerine kadar uzatılması çalışmalarına başlaması görevini veriyordu. Tüm bunlar “Atatürk’ün Avrasya Devletinin” temelini atan çalışmalar olmuştur. Ne yazık ki bütün bu çalışmalar Atatürk’ün vefatı nedeniyle yavaşlamış yarıda kalmış, hedefine ulaşamamıştır. Tüm bunlar Atatürk’ün geleceği görmedeki ustalığını ve dehasını ortaya koymaktadır.